Vaziyet gergin


Geçtiğimiz hafta köşemde kaleme aldığım toplum psikolojisi başlıklı yazım ciddi bir gündem topladı. Özellikle iftar sonraları bir araya geldiğimiz ortamlarda yazının içeriği günün konusu oldu. Sokakta, çay bahçesinde, kapalı ortamlarda ve aklınıza gelebilecek tüm kamusal alanlarda tartışıldı, konuşuldu, irdelendi, gerçeklerle bir bir  yüzleşildi. Maalesef, ülkemizde ki gergin (sinirlilik hali) insan sayısı her geçen gün yükseliyor. Nedenlerine siz ne derseniz deyin! Çözüm önerisi olarak ne sunarsanız sunun! Ekonomik kaygısı olanında olmayanında, iletişim problemi olanında olmayanında, iş, aş, aşk derdi olanında olmayanında, aile huzuru olanında olmayanında, iş yaşantısında huzurlu olanında olmayanında, ufak jestlerle mutlu olanlarında olmayanlarında, lüks araçlara, Göcekte demirli yatlara sahip olup jetlerle dünya turu yapanlarında yapamayanlarında ortak noktada buluşupta aradığı bir lezzet var “ Huzur iklimi “.

Sanki bir hava akımının içerisine itildik. Etrafımızı sarıp sarmaladı. Kafamızı boğuntudan dışarı çıkartıp temiz hava alamıyoruz. Ciğerlerimizin derinliklerine kadar çektiğimiz bu hava tüm sinir sistemimizin dengesini altüst ediyor. Huzur, mutluluk, iyilik, güzellik, ferahlık, saflık, yumuşaklık, cana yakınlık, rahatlık, sakinlik, sıcaklık, dostluk, umut, anlayış, keyif, lezzet, zevk ve tat gibi kelimeleri sadece reklamlardan okur ya da seyreder olduk. Her şey sunileşti. Nasıl ve ne şekilde geldik bu duruma! Genel perspektifimiz bu haldeyken güncel yaşamımız çok farklı olabilir mi! İşçisi, memuru, çiftçisi, esnafı, iş adamı, siyasetçisi, yöneteni, yönetileni, kadını, erkeği, neredeyse toplumun tüm katmanlarını oluşturan teşekküller mutlak suretle bir ya da birçok şeyden silsile halinde şikayetçi. Sorunlar zihinlerde birikiyor, birikiyor ve yumak haline geliyor. Beyin bir sürü birbirinden farklı argümanla baş etmeyi becermekte yetersiz kalınca akıl sağlığı devreye giriyor! Hayırlı işler!

Geçen hafta yaşadığım bir olayı size anlatmak istiyorum. Yüksek lisans sınavına gittim. Uzun bir süredir de birkaç sefer başvuru yapmama rağmen sınava girmek bir türlü nasip olmuyordu. Ya evrak eksik oluyor, ya saniyeyle giriş saatini kaçırıyorum, ya da o güne dair önemli bir işim oluyordu. Tüm şartları bir araya getirdim ve bu sınava girmeye meylettim. Giriş kapısının kapanmasına iki dakika kala içeri girdim. Evraklarımı gösterdim ve sınav salonuna doğru ilerlemeye başladım. Üzerimde ki tek stres emaresi geç kalmak olabilirdi. Onun dışında çok rahattım. Çünkü sınavın benim için ciddi bir önemi yoktu. Tek ciddiyeti sınav salonunda bulunmaktı. Elimde giriş evrağı, kimlik  ve araç anahtarını tutarken bir yandan da sınav salonuna doğru ilerliyordum. Bayağıda uzunmuş. Her noktada sessizlik hakim. Herkes kutucukları doldurmakla meşgul. Koridordan döndüğüm gibi bir yetkiliyle karşı karşıya göz göze geldik. Çarpışmadık. Birden bana içeri anahtarla girmek yasak değil mi diye bir söylemde bulundu. Bu şekilde giremezsin içeri! Zihnim sınav salonunu bulmakla meşgul olduğu için birden afalladım. Kimsin, nesin, ne iş yaparsın! Amacın ne! Bu tepkin niye! Belki de hayati önem taşıyan bir sınava girecek olan biri var karşında. Düşünmez misin be adam onun psikolojisini! Sınav süresince geçireceği dakikaları! Beden dili gözlerimin perdesinde eğilip büküldü.  Nezaket, kibarlık, saygınlık, insanlık yerlerde sürünüyor. Birkaç saniyelik sessizliğimden sonra beyefendi nedir bu hiddediniz! Ne yapmaya çalışıyorsunuz! Yanlış bir şey varsa düzeltilir! Bu anahtarı nereye koyabilirim! gibi ardışık cümleler kurduktan sonra yüzüne baktım. Çözüm sunmak hak getire! Giriş kapısına kadar geldik, araç anahtarını kapı girişinde ki masaya bıraktım. Mazbut bir surat. Çelimsiz bir duruş. Herhalde derinden rahatlamıştır! Halbuki nazikçe söyleyebilir daha oracıkta bir çözüm üretebilirdik. Kültür ailede kazanılır! Anahtarla girmek yasaksa yasaktır! Anahtarı nereye koyabilirim! Her gün sınavlara gir çık yapmıyorum ya! Hatalı da olabilirim. İtiraz eden mi var! Karşı olan mı var! Altı üstü bir anahtar!  Anahtarı koyduktan sonra tekrar koyuldum sınav salonuna. Şunu düşündüm ilerlerken ya sınava hayati bir gözle bakıyor olan birisi olsaydım! Tüm sınav psikolojinizi oracıkta yerle bir etmişti! Geleceğinizle oynamıştı! Bu şahıs bir şekilde öğretim görevlisi olmuş. Nasıl olmuşa girecek değilim çünkü insan olamamış!

Memur olabilmek için tefriciyye düzenlerin, bin bir hatim okutanların, gece gündüz referans peşinde koşanların memur olduktan sonra ki dönemlerde hallerini gördükçe bir soru işareti koyuyorum?  Sınav tamamlandı. Çıkış kapısına doğru yönlendim. Anahtarı bıraktık ya hani girmeden önce!

Bıraktığımız masada üniformalı bir bayan memur oturuyor. Sandalyenin üzerinde. Masanın giriş kısmını çepeçevre çerçevelemiş şekliyle. Anahtarda masanın karşı köşesinde! Bayandan rica ettim, şu köşede ki anahtarı alabilir miyim hanfendi acaba! Yüzüme baktı, saçlarını elleriyle arkaya doğru itti ve aynen şöyle bir cevap verdi. Ben vestiyermiyim! Bu sefer hiç afallamamıştım! Sesimi dahi çıkartmadım. Cevap yetiştirme ve muhatap olma tenezzülünde dahi bulunmadım. Sınava girerken aynı benzer bir tiple karşılaşınca çıkarken ki pek koymamıştı doğrusu. Tek farkları birinin erkek diğerinin bayan oluşuydu. Nasıl bir haliye ruhiye içerisindeler siz düşünün! Saliseler içerisinde güzel ülkemin durumuna ve gidişatına içten içe derinden bir ah çektim. Bunlar insan kılıklı müsveddeler olabilirdi gözümde fakat toplumun temel taşları olması beni derinden yaralamıştı! Masayı işgal etmişsin. Masanın üzerinde bir eşyasını bırakan vatandaş nasıl olacakta onu bulunduğu yerden alabilecekti. Ya masada oturma ya da insanların masanın üzerinden bir şey almasına engel olma. Düşünmez misin? Kafamı çevirdim hiçbir şey yokmuş gibi birkaç adım atıp masanın bir başından diğer başına balerin gibi uzanarak anahtarı aldım. Mevzu bahis sadece bir anahtardı! Evet size birkaç saat içerisinde yaşadığım enstantaneleri aktardım. Koca ülkeyi siz düşünün!  Ağlayacak halimize gülüyor muyuz!

Devletin kimlik kazandırıp statü verdiği bireylerin kişisel gelişimini tamamlayamamış olmaları, ruhsal problemlerini dışarıya aksettirecek şekilde refleksler geliştirmeleri gerçekten üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir konu. Yazımın başlığı sanıyorum durumu özetliyor. Tevazu, samimiyet ve hoşgörü? Keskin bir soru işareti. Sağlıcakla kalın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Sadettin Tantan"

“Stad yerinde ağırdır” (Butik Stadyum)

Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nü Sapancalılar kurdu!