Sapanca’nın son 30 yılı!


1980’lerin sonu 90’ların başında İstanbul – Ankara otoyolu’nun ilçemizin tam göbeğinden geçmesiyle, Sapanca’da bir değişim dönüşüm süreci başladı.  Köklerden uzayagelen tarım toplumu özelliği yavaş yavaş yitirilmeye başlandı. Metropol şehirlerde yaşamlarını sürdürenler TEM’le birlikte Sapanca’nın doğal güzelliklerini keşfetme olanağına sahip oldular. Maşukiye’den Arifiye’ye, Sapanca’nın görkemli bitki örtüsünün eşliğinde yapılan seyahatler ilçemizin ön plana çıkması ve ilgi odağı olmasını sağladı. Birçok yatırımcı Sapanca’da bir şeye sahip olabilmenin peşine düştü. Bununla birlikte yerleşik ve yazlık konut sahibi olmak isteyenlerin sayısı da her geçen gün arttı. Meyve bahçeleri ufaktan ufağa beton yapılarla tanıştı. Sessizlik, sakinlik, kuş cıvıltıları arasında yeni güne uyanmak, sincapların birbirinden renkli gösterileri arasında kahvaltı yapmak isteyenler Sapanca’ya koşar adım gelmeye başladı. Sapanca o dönemde modern yatay mimari ile tanıştı. İki katlı çevreyle uyumlu konutlar doğanın içerisinde kamufle oldu. Talep patlaması yaşanınca tarım bölgeleri imarlı alanlar haline çevrildi. Araziler fahiş fiyatlardan talep görmeye başlayınca el değiştirme süreci hızlandı. 90’lı yılların sonunda Sapanca, sosyo-ekonomik açıdan tarım toplumu özelliğini tamamen kaybetti.

17 Ağustos depremi Sapanca’nın ikinci kabuk değişimine neden oldu. İlçe halkı deprem felaketinin her ne kadar yıkıcı etkisine maruz kalmamış olsa da toplum hafızasında psikolojik anlamda ağır hasarlar oluştu. Siyasi değişim de bu döneme denk geldi. Sapanca toplumu 20 yılı dahi bulmayacak bir zaman zarfında siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan hiç hazır olmadığı köklü bir değişim girdabının içine sürüklendi. Deprem sonrası ilçe hızlı bir göç aldı. Yerel halkın alışkanlıkları değişti. Kültürel yapı erozyona uğradı. Otoriteler 2000’li yılları milenyum çağı olarak adlandırmış olsa da Sapanca bundan pek nasiplenemedi. Sapanca’nın güzelim dağları su fabrikalarının esaretine girdi. Tarım toplumu bir nevi sanayi toplumuna evrildi. 90’lı yıllarda arsalarını satanlar bu fabrikalarda işçi olarak çalışarak üretime katkı sağlamaya başladı. İstihdam oluşunca doğal tahribata kimse kulak asmadı. Paralel olarak gelen turizm yatırımları Sapanca’nın rotasını bir nevi belirler oldu.

Tartı tam dengeye oturacaktı ki devlet mütekabiliyet yasasını çıkarttı. Sapanca’da yeni bir değişim süreci daha kendine zemin hazırladı. Körfez ülke vatandaşları kapış kapış bir kara parçasının sahibi olabilmek adına birbirleriyle yarışmaya başladı. Tem otoyolu, arsaların el değiştirmesi, İstanbullu akını, deprem, siyasi değişim, göç ve değişen demografik yapı, nüfus artışı, tarım toplumundan kopuş, su fabrikaları, otel yatırımları, Arap vatandaşlarının bölgeye ilgisi, yerli halkta son son kalan arsaların tapu devri, kimliksiz günübirlik turizme yöneliş sanki Sapanca’nın son 30 yılını özetler gibi.

İçtenlikle gelip geçen bu koskoca 30 yılda ilçe olarak ne kazandığımızın özeleştirisini yapmak gerekirse, kaybedenler kulübünde olduğumuzu söyleyebilirim. Griye dönmemek için çırpınan yeşilin son mahzun hali gözlerimiz önünde perdeleniyor. Yerel halkın yabancılaştığı, coğrafyaya yabancı olan halkların bölgeyle özdeşleştiği bir sürecin içinden ağır ağır ilerliyoruz. “Rotası olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez” sözünden ilham alırsak kaybettiğimiz kazanımlarımızdan dahi ders almadığımızı söyleyebiliriz. Gönül ister ki işleyen bu tarihsel süreçte bir an önce bilgi toplumu düzeyine erişebilmek. Altyapısız gerçekleşen her kabuk değişimin Sapanca’ya telafisi olmayan ağır yaralar verdiğine canlı gözlerle şahit olduk. Elde son kalan hazinelerin bilinçsiz ve sorumsuz davranışlarla, dokuyla uyuşmayan kararlarla yok olmasına müsaade etmemeliyiz. Gelecek nesillere yaşanılabilir bir Sapanca bırakabilmek için hep birlikte çaba sarf etmeliyiz. Geç de olsa bilinçlendiğimizi düşünüyorum.

Kapitalizmin, gölgesini satamadığı ağacı keser felsefesinin gölgesinde Sapanca’yı nasıl koruruz ve ileriye taşırızın hesaplarını şimdiden yapmalıyız. Yeni dönemin Sapanca’ya ilaç gibi geleceğini umut ediyorum. Sapanca’nın öncelikle kalıtsal bir kimliğe ihtiyacı var. Değişim süreçlerinin ürünü olan otoritesizlik ve disiplin anlayışının bir an önce yerini organize edilebilen ve ortaya hedef konabilinen bir yapıya dönüştürülebilmesini arzu ediyorum. Sapanca’nın dokusunun mevcuda dokunulmadığı takdirde kısa bir sürede nasıl betonlaşmayı kapatmak gibi bir ulvi becerisi varsa, bizimde bu toprakların suyunu içiyor olmamızdan kaynaklanan genetik yapıyla, geçmişten gelen olumsuz birikimleri bilginin ışığında olumluya dönüştürebilecek bir cesarete sahip olmamız gerektiğini adeta gösterir nitelikte olduğunun farkına varmalıyız. Sağlıcakla kalın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Sadettin Tantan"

“Stad yerinde ağırdır” (Butik Stadyum)

Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nü Sapancalılar kurdu!