Çocuklarımızı Spora Teşvik Edelim

Okullar kapandı karneler alındı. Yaz sezonu geldi. Çocuklar hasretle bekledikleri tatil sezonuna kavuştular. Ülkemizde eğitim öğretim dönemi ortalama 9 ay sürmektedir. Çocuklar düzenli olarak sabahın erken saatlerinde bozdukları uykularını, tatil döneminde 3 ay süreyle uzattıkça uzatacaklar. Geç kalkmanın keyfini yaşayacaklar ve kısmen disiplinden kopacaklar. Aman ha, çocukları tamamıyla boş bırakmaya gelmez! İpleri gevşetmeyelim.

Kendi çocukluğumu hatırlıyorum da iple çekerdik yaz tatilini. İyi karne getirmek yaz tatilini baskısız geçirmek anlamına gelirdi. Bizim dönemlerimizde tatile girdiğimizde disiplinden tamamen kopmamız gerçekten imkansızdı. Sabahları kuran kursuna gider, öğlen namazına kadar kuran ve ilmihal eğitimleri alırdık. Eğitim veren hocalarımız bizleri çok sıkmaz, neşeli dakikaların geçmesi için ellerinden geleni yaparlardı. Yeter ki bir şeyler öğrenelim diye canla başla gayret gösterirlerdi. Çoğunlukla öğlen namazının ardından dağılırdık. Kuran kursundayken günün menüsünü merhale merhale hazırlardık. Mahalle maçlarımız olmazsa olmazlardı. Takımları kurardık. Hangi mahalleyle hangi sahada karşılaşacağımızı rahlelerin etrafında kararlaştırırdık.

Yaz sezonunun en güzel taraflarından bir tanesi de bahçelerimizin renk cümbüşü içerisinde bizleri karşılamasıydı. O dönemlerde hemen hemen hepimiz müstakil bahçeli evlerde otururduk. İnşaatlar etrafımızı bu denli insafsızca sarıp sarmalamamıştı. Bahçelerimizde kastarcı eriği, napolyon kirazı,  yer elması, dağ çileği, diken böğürtleni, mürdüm eriği, beyaz dut, demirci armudu, kara üzüm, Geyve ayvası, sivri fındık, kan kırmızı vişne, sapanca cevizi ve aklıma gelmeyen birçok meyve ağacı bulunurdu. Kimin bahçesinde hangi ağacın dikili olduğunu herkes bilirdi.  Ürün belirlenir bahçeye hücum yapılırdı.

Göl kıyısına inip yüzmek en sevdiğimiz aktivitelerden biriydi. Karnımızın acıkacağını düşündüğümüzden göle inerken tedarikli giderdik. Ekmek poşetine yarım ekmek alır, içine peyniri zeytini tıka basa doldururduk. Suya girerken içinde kumanya olan poşeti mutlaka bir ağacın altına veya taşın kenarına ağzı kapalı şekilde bırakırdık. Çocukluk bu ya, zeytinin peynirin midemizi kesmeyeceğini düşünürdük. Yanında sulu bir şeyler de olsa fena olmazdı hani. Uçsuz bucaksız yeşil mi yeşil bahçeler domates, salatalık, fasulye, biber ve mısır ekili olurdu. Ekili alanlara zarar vermeden domates ve salatalığı tek tek salkımından koparırdık. Kızarmış domatesleri elimizle kontrol ederdik. Olmuş mu olmamış mı diye iyice incelerdik. Yeşil olanları ellemezdik, nasılsa bir dahaki gelişimizde koparılmaya hazır olacağını bilirdik. Ağacın altına gelir, suyun yorgunluğunu ve azığı bir araya getirmek için verdiğimiz eforu özenle hazırladığımız ekmek arasıyla taçlandırırdık. Domates öylesine sulu olurdu ki yerken elimize ve yüzümüze bulaşırdı. Yemeği bitirdiğimiz gibi suya dalar tertemiz olurduk.

Mahalle maçı için zaman gelmişti. Geç kalmamak için koşa koşa giderdik. Genelde birkaç kişi için maç hep geç başlardı. Kalelerimiz vardı. File bulmak için epeyce çaba sarf ederdik. Maç başlar, oynanır ve biterdi. Mutlaka maç bitiminde diğer maçın tarihi karşılıklı verilirdi. Bu arada birçoğumuz aynı kulüp takımlarının formasını terletirdik. O dönemlerde U 12 – 13 – 14 gibi kavramlar yoktu. Yıldız takım ve Genç takım vardı. Önce yıldız takım maçları başlar sonra genç takımlara sıra gelirdi. Ben aynı yaz sezonunda yıldız, genç, amatör ve profesyonel takımda forma giydiğimi hatırlıyorum. Sosyal zenginlik paha biçilemezdi. Sapanca takımları gruplarında hep iddialı olurlardı.

Akşam olduğunda saklambaç zamanı gelirdi. Ebe gözlerini ellerinin üzerine kapar 50‘ye kadar sayardı. Bu arada biz meyve ağaçlarının dallarına çıkar ebeyi gözetlerdik. Ebe bizi araya dursun daldan avuç avuç kiraz yerdik. Karnımız şişmeye başlayınca ebe aklımıza gelirdi. Sokak ışığından ebenin hareketlerini ajan gibi takip ederdik. Ebe genelde karanlıkta bizi bulamayınca kurt diye bağırırdı. Bizler de şişik karınlarla güle güle gelirdik. Yıldızlar kendini iyice hissettirince çekirgelerin sesleri gecenin sessizliğini bozardı. Işıklı böcekler cirit atıp patika yolları aydınlatırlardı. Baykuş seslerini duymaya başladığımızda içimiz ürperirdi. Tabii ki tüm bu olaylar yaşanırken evden defalarca çağrılırdık. 5 dakika sonra geliyorum diye diye saati 11-12 yapardık. Günün tüm yorgunluğu eve doğru süzülürken bedenimize çökerdi. Her şeye rağmen doyamazdık. Eve ayak basmadan önce sokak direğinin altında kaldırım taşının kenarına oturur günün değerlendirmesini son bir kez daha yapardık.

Sonunda eve girerdik. Elimizi yüzümüzü ayağımızı yıkadıktan sonra direk nevresimin içine girer, kaliteli bir uyku çekerdik. Ta ki sabahın erken saatlerine kadar. Belki şimdiki çocuklar bu kadar şanslı değil.

Ancak siz siz olun çocuklarınızı mutlaka bir spor branşına yazdırın. Enerjisini nitelikli ve biçimsel bir şekilde harcamasını sağlayın. Bir kulüp takımına kayıt ettirirseniz çocuğunuzun kişisel gelişimine katkıda bulunursunuz. Paylaşmayı öğrenmesine, organizasyon kabiliyetinin artmasına, analitik düşünme yetisini geliştirmesine, kendini koruma içgüdüsünü arttırabilmesine, karar verebilme kapasitesine sahip olmasına, yeteneklerini keşfetmesine, birlikte hareket edebilme becerisine haiz olmasına olanak sağlamış olursunuz. Çocuklarınızın doyasıya bir yaz sezonu geçirebilmeleri için üzerinize düşen vazifeleri yerine getirebilmeniz dileğiyle. Sağlıcakla kalın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Sadettin Tantan"

“Stad yerinde ağırdır” (Butik Stadyum)

Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nü Sapancalılar kurdu!